Ticaret Savaşları ve Döviz Kurları

Uluslararasılaşma Nedir? Başlıklı yazımda “gerek uluslararası ticaretin liberalleşmesi, gerekse üretim ve pazar avantajları nedeniyle hem tüketim modellerinin hem de firmaların çok uluslu hale geldiğinden” bahsetmiştim. Fakat gerek karşılıklı ticaret yapan ülkelerin uyguladıkları gümrük tarifeleri, gerekse ticaret engellemeleri (bariyer) nedeniyle uluslararası ticaret tam anlamıyla özgür ve liberal değildir.
Ticaret savaşları, ülkelerin birbirlerinin ticaretine vergi ve kotalarla saldırmaya çalışmasıdır. Diğer bir ifade ile ülkelerin birbirlerine karşı uyguladıkları gümrük tarifleri nedeniyle ortaya çıkan çatışma ve anlaşmazlıklar olarak tanımlanabilir. Bir ticaret savaşını en az iki yönlü olarak değerlendirecek olursak, ülkelerden birinin diğerine karşı aldığı bir tarife değişikliği kararına, diğerinin de misilleme yaparak cevap vermesi şeklinde düşünülebilir. Tabi bu savaştan etkilenen yalnızca bu savaşın taraflarını oluşturan iki ülke olmayacaktır. Bu ülkelerin ithalat ve ihracat yaptıkları, bu ülkelere hammadde ve yarı mamul tedarik eden ya da bu ülkelerin hammadde ve yarı mamul tedarik ettikleri üçüncü ülkeler de savaştan etkileneceklerdir. Bu sebeple ticaret savaşlarının bir kelebek etkisinden de söz edilebilir.
Peki bu ticaret savaşlarının ardındaki motivasyon nedir?
Birinci ve ikinci Altın Standardı sistemleri ve nihayetinde Bretton Woods sisteminin de çöküşü ile gelişmiş ülkeler, 1973 yılında sabit kur sistemlerini terk etmeye başlayarak dalgalı döviz kuru politikaları uygulamaya başlamışlardır. 1980’lerde biz de Merkez Bankası müdahaleleri ile yön verilen, bir çeşit Gözetimli Dalgalanma (Managed Float) diyebileceğimiz bir kur sistemi uyguladık ve 2001 krizinin ardından döviz kurlarını tamamen piyasada arz ve talebe göre belirlendiği Dalgalı Kur sistemine geçtik. Sabit kur sistemleri, ülke merkez bankalarına kurlar üzerinde belirleyici olma hakkı verse de para politikası uygulamasındaki serbestliğini kaybetmesine yol açmaktadır. Öte yandan sabit kur sistemi uygulanan bir ülkede merkez bankasının yüksek miktarda döviz rezervi bulundurma zorunluluğu bulunmaktadır. Para otoritesi tarafından belirlenen kurların gerçekten denge kuru olmaması durumunda belirlenmiş kur üzerinde spekülatif atak baskısı oluşacak ve otorite bu baskıyı rezervleri tükenene kadar karşılamak zorunda kalıp, sonunda da çözümü kuru devalüe etmekte bulacaktır. Bu nedenle günümüzde sermaye hareketlerine serbestlik getiren ve parasını konvertible ilan eden ülkelerin yeniden sabit kur politikalarına dönüşü mümkün olmayacaktır.
Bir ekonomide para otoritesi olan merkez bankasının temel amacı fiyat istikrarını korumaktır. Dışa açık bir ekonomide ise arz ve talebe göre belirlenen kurlar, gerek yerli ve yabancı mallar arasındaki fiyat farkı nedeniyle oluşacak talep nedeniyle, gerek ithal malların fiyatını etkilemesi nedeniyle, gerekse ithal girdilerin fiyatlarını etkilemesi nedeniyle enflasyon üzerinde etki sahibidir. Bu nedenle fiyat istikrarını korumayı amaçlayan bir merkez bankası her ne kadar döviz kuru hedefleme politikası gütmese de döviz kurunu belirli bir seviyede ara hedef olarak belirler.
Cari Açık ve Cari Açığın Finansmanı Üzerine başlıklı yazımda dış ticaret açığının kurlar üzerinde yarattığı baskıdan söz etmiştim. Kısaca tekrar değinmek gerekirse, dış ticaret açığı veren, yani ithalatı, ihracat tarafından karşılanmayan bir ülkenin sürekli olarak bu açığı finanse etmesi gerekecektir. Bu finansman da ülkeye doğrudan yabancı yatırımlar ve portföy yatırımları, yani sıcak para akımları çekerek mümkün olmaktadır. Cari açık ayrıca ülkenin sürekli olarak döviz talep etmesine neden olacağı için, yabancı paraya olan talep nedeniyle yerli para değer kaybederken; kur yukarı yönlü bir eğilim gösterecektir.
Yukarıdaki üç paragrafı toparlayacak olursak ve politik nedenleri bir kenara bırakacak olursak, ticaret savaşlarının ardındaki ekonomik motivasyonun; dalgalı kur sisteminde dış ticaret açığı veren bir ülkenin fiyat istikrarını korumak amacı ile dış ticaret açığını kapama ya da azaltma çabası olduğu öne sürülebilir.
Ticaret Savaşları: ABD ve Çin
Günümüzde ticaret savaşlarının en çetinin, 2019 yılının Ekim ayı itibarı ile 52.5 Milyar USD dış ticaret açığı veren ABD ile aynı dönem itibarı ile 42.8 Milyar USD dış ticaret fazlası veren Çin arasında yaşandığı söylenebilir. Çin, 2018 sonu itibarı ile 563 Milyar USD’ye ulaşan ihracatı ile ABD’nin en büyük ticari partneriyken, bu rakam ABD’nin yıllık ithalatının %22’sini oluşturmaktadır ve ABD’nin dış ticaret açığının yaklaşık olarak yarısı Çin ile olan ticaretinden kaynaklanmaktadır. Maliyet avantajı nedeni ile cazibesi artan Çin’in, ABD için bir ortak olmakla beraber, ABD sanayisi açısından önemli bir tehdit unsuru olarak görüldüğünü öne sürmek yanlış olmayacaktır. İki ortak arasında 2008 krizi sonrası şiddetlenen karşılıklı hamleler, ABD’de başkanlık seçimini Donald Trump’ın kazanması ile açıkça verilen siyasi mesajlar ve meydan okumalarla sürmektedir.
Ticaret savaşlarının kur savaşları boyutuna bakacak olursak, dış ticaret açığı veren ülkenin para biriminin, dış ticaret fazlası veren ülke para birimi karşısında ucuzlaması ithalatın cazibesini görece olarak yitirmesine neden olacaktır. Bu bağlamda karşılıklı hamlelerle ABD’nin Yuan’a değer kazandırmaya çalıştığını, Çin’in ise buna karşı koymaya çalıştığını görmekteyiz. Bu sebeple de Dolar Yuan paritesinin ancak 2019 yazında 7 seviyesini aşabildiğini görmekteyiz. ABD bu bağlamda kur manüplasyonuna dair kriterleri Mayıs 2019’da değiştirerek Çin’i kur üzerinde manüplasyon ile suçlarken, buna dayanacak yeni yaptırımların da önünü açmayı hedefliyor.

Sonuç olarak geçmiş tecrübeler bize ticaret savaşlarının, olup biten bir çatışmadan ziyade uzun döneme yayılan bir savaş niteliği taşıdığını ve bu savaşın içinde olan tüm ülkelerin ekonomik açıdan kayba uğradığını gösteriyor. Liberal dünyanın merkezi ABD’nin korumacı politikalarını izlemek ve komünist Çin’in ise liberal ticarete olan desteğini görmek, dünyanın nasıl değiştiğini anlamak açısından oldukça düşündürücü.
YORUM YOK